31 Ağustos 2016 Çarşamba

Mahkum


Biraz büyük ilçelerde de şehirlerarası otogarlar vardır, küçük derme çatma bir lokanta 2-3 günlük yemekler, bir küçük büfe sigara ve tost satılan. Burası da öyleydi.

Ülkedeki tüm otobüsler oradan geçecek gibi bağırıyordu çığırtkanlar. Hepsinin ayrı hikayesi vardır bunların, ya içeriden çıkmıştır, ya da akşamdan kalmıştır gözler şiş. Biraz kararlı olmazsanız sizi hiç bilmediğiniz yerlere gönderebilirler. Konya üzerinden Sinop'a bile gidebilirsiniz. Aman deyim dalgın halinize gelmesin.

 Saat gece yarısına yaklaşmıştı, çığırtkanlar bağırıyordu. Son otobüsler, son otobüsler diye. Minibüsten indi düşünceli düşünceli, bu dünyadan değilmiş gibi belli ürkek belli garip tavırlarla, sanki her an arkasına dönüp koşmaya kaçmaya başlayacak gibi hissediyordu kendini.

 Elinde bir pusula vardı, son otobüse bindi. Cebinde içerde iyi hali nedeniyle, çalıştıkları atölyede yaptıkları küçük ıvır zıvır eşyaların satışından mahkumlara kalan kısmından biriktirdiği para vardı. Bununla belki birkaç gün idare edebilirdi.

Otobüs hareket etti, öğlene doğru varacaklardı. pusulaya bir daha baktı, İbrahim kabak, marangoz Çamaş, Ordu yazıyordu. Birde telefon numarası vardı. İnince ararsın demişti, Doğan abi. Tam onaltı yıl olmuştu on yedi yaşında bir delikanlıyken girdiği mahpustan 33 yaşında çökmüş biri olarak çıkmıştı. Gülümsemesini düşünmeye çalıştı ama yapma ne olur, yapma dediği hali  gözünün önünden gitmiyordu, köpek gibi yalvarmasını unutamıyordu. Bin kere olsa bin kere aynı şeyi yapardı. Zaten içerdeki mahkumlarda en doğrusunu yaptın dememiş miydi? Annesi de kahrından ölmüştü ama olsun, yine de yapardı. Hep böyle hatırlıyordu. Hiç iyi günlerini mutlu hallerini hatırlayamıyordu, hatırlamak istemiyordu.

 Otobüs ışıklar içinde küçük köylerden, kasabalardan geçiyordu. Başını otobüsün camına dayamıştı, gözleri açıktı, boş boş bakıyor, bu evlerde insanlar yaşıyor, çoluk çocuklarıyla, acaba oralarda da kendisinin yaşadığı dramlar var mıydı? diye düşündü. Bir yıldız kayar gibi kız kardeşi, annesi geldi geçti hızla aklından. Sonra İbrahim ustayı düşündü, Doğan Abi iyi biri demişti ama, nasıl biriydi, anlaşabilecek miydi? Çamaş nasıl bir yerdi, insanlar kabul edecek miydi onu? Onca yıldan sonra olacak mıydı?

Yanında genç bir üniversite öğrencisi oturmuştu, memleketine giden. Sadece merhaba dedi, koltuğa otururken, acaba anlamış mıydı? Sanki yüzüne bakan herkes anlıyormuş gibi geliyordu.

Otobüs otogara girerken inmek için hazırlandı, küçük bir bavulu vardı, üsteki bagaj yerinden aşağı indirdi, yanına aldı, otobüs durduğunda indi. 

 Kalabalık burası akşam bindiği otogardan daha büyük ve kalabalıktı, yaz başlıyor, havalar artık ısınıyordu, okullar kapandığı için kadınlar yanında çocukları olduğu halde memleketlerine dönüyordu. yazı köyde geçireceklerdi, kocaları şehirde kalmış, fındık zamanı geleceklerdi, Doğan abi anlatmıştı bunları, yazın kalabalık bir yer oluyor, kışın sakin tam yaşamalık bir yerdir demişti. Sıcak ve kalabalıktan ürktüğünü hissetti, sigara yaktı bir tane, içerde sardığı sigaralar daha bitmemişti, içeri girdiği ilk günden beri içiyordu, Doğan abi uzattı ilk sigarasını, içmezsen burada zaman geçmez demişti. Haklıydı belki de onaltı yıl geçmişti. 

 Pusulayı gösterdi uzun beyaz sakallı bir ihtiyar berbere, kapının önünde oturuyordu adam. İçeride iki kalfa vardı tıraş yapıyordu. Biri ince uzun yirmili yaşlarda, diğeri tıknaz orta yaşlardaydı. Kendi yaşlarında olabilirdi ama daha genç gösteriyordu. İhtiyar tarif etti, köy minibüslerinin kalktığı yerden minibüs kalkıyor dedi, hemen arka tarafta dedi şuradan azcık git ilk sağdan dön 50 metre sonra göreceksin. Minibüsler oradan kalkar biner gidersin.

-        Ne işin var orada diye sordu.

-        Hiç, bir abim var görecektim,

-        Kimmiş o abin,

 Heyecanlandı söyleyip söylememekte kararsız kaldı ve İbrahim Usta dedi marangoz kendisi

-        Tanırım iyi adamdır dedi ihtiyar berber.

 Camda yüzünü görünce, gitmeden bir tıraş olayım diye düşündü, girdi dükkândan içeri, uzun olanın işi hala devam ediyordu. Tıknaz müşterisini gönderiyordu, sırtını fırçaladı, sıhhatler olsun dedi, parayı sol avucunda buruştururken. Sanki ayıp bir şey yapmış gibi, ya da bu işi para için yapmıyormuş gibi, adam zorla parayı eline sıkıştırdı. Parayı cebine koyarken, diğer eliyle kalkan müşterinin oturduğu koltuğun minderini silkeledi, buyur abi dedi.

Oturdu koltuğa, ne yapayım, nasıl yapayım abi diye sordu sonradan adının hasan olduğunu öğrendiği berber.  sen nasıl istersen öyle olsun demişti, sesinde korku ve ürkeklik vardı, belli belirsiz duyulur duyulmaz bir sesle söylemişti. Cezaevine girmeden önce tıraş olduğunda nasıl olacağından emindi, ama mahpusta hep saçlarını üç numaraya vurdururdu, sonra uzayınca yine aynı bu döngü onaltı yıl devam etti.

Hasan anlatmaya başladı, çocuklarından, evinden, işinden sanki yıllardır tanışıyorlardı. Yaşının 34 olduğunu, çocuğunun birinin erkek olduğunu 9 yaşında olduğunu, diğerinin 6 yaşında kız olduğunu, hasan kız dedikten sonra, kız kardeşi geldi yine aklına daldı gitti.
 
---Devam edecek---

8 Ağustos 2016 Pazartesi

Amcam

Geçenlerde sosyal medyada bir şey okuyup şok olmuştum. Adamın bir tanesi başka birinin fotoğrafını beğenmemiş, fotoğrafı beğenilmeyen, beğenmeyene yazmış, geçen oğlunu kaybettiğinde ilk başın sağ olsun diyen bendim sen neden beğenmedin diye. İnsanlar hep böyle acımasız mıydı? Yoksa yüzünü görmediği sosyal medya arkadaşlarına karşı daha mı acımasızdı. Onların canlı kanlı biri olduğuna inanmıyor muydu?

İnsanların acımasız olmadığı, hayatın şimdiki gibi çok hızlı akmadığı, insanlara yirmidört saatin yettiği hatta fazla geldiği, öyle herkesin çok yoğun olmadığı, birbirlerine vakit ayırdığı, arkadaşlıkların sosyal medyadan yapılmadığı, bir araya gelindiğinde sadece cep telefonuna bakılmadığı zamanlardı, Çok uzak geçmiş de değildi hani, hala hatırlanıyor ve insanlar arasında mevzusu oluyordu.

İnsanların iyi eğitim alamadığı, okulların köylere uzak olduğu zamanlar. Kışın kızaklar üzerinde okula gidilmeye çalışıldığı, ilköğretimin beş yıl olduğu zamanlardı. Ha eğitimde öyle zorunlu falan değildi hani. İlkokul beşinci sınıfı bitirmenin başarı sayıldığı, ilkokul üçe kadar okuduğunda, gururlu gururlu söylenen zamanlardı. Okuma yazma bilir, basit matematik işlemlerini yapabilirlerdi çünkü. Çünkü gurbete gittiklerinde işlerine yarayacaktı bunlar.

Anam babam ilkokul mezunuydu, sokakta tüm arkadaşlarımın ana babası en iyi ya ilkokul mezunu yada okuryazar olduğu için bu benim için uzun süre çok bir şey ifade etmedi. Ne zaman okula başladım herkes kalkıp adını söyleyip babası ne iş yaptığını söylediğinde, o ne öyle öğretmen çocukları, mühendis çocukları sanki başka dünyadanlar. Benim kendimi tanıtmam çok kısa sürdü . Ayağa kalktım siyah önlüğün altıyla oynayarak, adımı, babam ilkokul mezunu ve işçi olduğunu, anamın ev hanımı olduğunu, anamın mezuniyetine gerek bile yoktu. Yanlış anlaşılmasın bunları söylerken utanmamıştım, çünkü bununla her zaman övünürdü babam, çalışmak ayıp mıydı? helalinden kazanıyordu çocuklarının rızkını, ele güne muhtaç etmiyordu, bizde övünmeyi öğrenmiştik..

Babam ilkokul biter bitmez gurbete gelmiş, üç-beş işte çalışmış dönmüş köye, sonra yine gelmiş yerleşmiş artık. Evimiz hep bildim bileli kalabalıktı, amcalar, kuzenler, hep evdeydi. Yolu gurbete düşen ilk bizim eve gelirdi. Bazı sabahlar kalkardım sigara dumanından boğazım ağrırdı. Ne kadar çok sigara içerlerdi o zamanlar insanlar, şimdi ne güzel evde bir sigara iç bakalım, anne hemen panter kesilir. Kim olursa olsun içirmez o sigarayı. Annem hala babama söylenir senin kardeşlerine, yeğenlerine baktım, yedirdim, yıkadım şimdi dönüp yüzümüze bakmıyorlar, bir bayramda seyranda aramıyorlar, bir selamı bile çok görüyorlar diye. Babamda yine başlama deyip kestirip atıyor. Babam da son mohikandı hani, ama yaşlandıkça o da artık yumuşadı, Önceden babam ev işlerine yardım edecek bu direk kıyamet alametiydi, şimdi yemek yapıyor, evi bile süpürüyor. Çocukluğumdan tek hatırladığım annem bir keresinde hasta olmuş babam da çorba yapmıştı, yememiştim bile artık nasıl kötü görünüyorsa.

Babamlar yedi kardeş yada ben öyle biliyordum diyelim, aslında yedi değil onbir kardeş olduklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Dört tane de halam varmış, ama tanımıyorum bile o zamana kadar. Yaşım 10-11 anca var, bir amcamın lise mezunu olduğunu öğrendiğimde ilkokul 4’deydim, o kadar sevinmiştim ki, tarifi imkansız bir duyguydu bu, herkesle bütün arkadaşlarımla paylaştım özellikle o Bilal denen kendini beğenmişle, kendini beğenmişti ama en yakın arkadaşımdı okulda. Babası lise mezunu diye çok hava atardı. Babası da çok efendi bir adamcağızdı, karate hocasıydı aynı zamanda. Bilal’e de ders verirdi ama Bilal çok kabiliyetli değildi, babasından ilk aldığı derslerde bana atar yapmıştı, ağzının payını vermiştim, elime sağlık.

Beş yılım geçti Bilal'le beraber, hep aynı sırada oturduk, haftasonu kurslar olur ona da beraber giderdik.  Aramızda bir yarış vardı sınıf birincisi olacağız diye. Söylemesi ayıp hep ben olurdum. Sınıfta sebepli sebepsiz çok gülerdik, artık öğretmen sinirden delirir bizi dersten çıkarırdı. Başlarda bir şey demezdi ama dersin sonuna doğru dayanamazdı kadın kovardı.

 Öğretmenin hikayesi de daha başka, bekar, 30 yaşlarında, Selanik göçmeni kocaman kadın (o zamanlar birisi için otuz yaşında deseler, vay be adama, kadına bak otuz yaşında diye ne kadar yaşlı diye şaşırırdık). Bekâr, çok güzel olmasa da alımlı sayılırdı. En azından eline yüzüne bakılır bir kadındı, çok severdim öğretmenimi. Benim lise mezunu amca da bekar ya, ilk önce annemin aklına geldi, bizden iyisini mi bulacaklardı. Öyle değil miydi? Lise mezunu çocuk, eli yüzü düzgün, iyi kötü iş var hem de kendi işi.

 Annem bir şekilde çıtlattı öğretmene vay anasını, bir öğretmen yengem olacaktı. Hem de benim öğretmenim, sınıftaki hava mı düşünün artık. Nasıl güzel bir duygu anlatamam. Belki bu kadar ders çalışmama da gerek kalmayacaktı, e yengem eşek değil ya sınıfta bırakmazdı herhalde. Çok sürmedi bu güzel duygu hevesim kursağımda kalmıştı, öğretmen nazikçe olmaz dedi. Eşekten düşmüş karpuza döndü bizimkiler, bizimkilerdeki nasıl bir özgüvense artık, nasıl bir kafaysa o kadar kendilerini hazırlamışlardı ki, düğün zamanı bile belliydi, okullar kapandıktan sonra hemen yapılacaktı. Gerçi amcamın laneti öğretmenin peşini bırakmamıştı, öyle bekar kalmıştı öğretmen, bende lise mezunu amcamı kaybetmiştim. En büyük yaşadığım ölüm acısı olmuştu.
 
Ama Nazımın da dediği gibi, en fazla bir yıl sürüyor, yirminci asırlarda, ölüm acısı…