29 Temmuz 2016 Cuma

Arka mahalle -3-


Yine bir sabah kapıyı çaldım, Aysel Teyze açtı, Efrahim hasta, okula gitmeyecek, ben de onu doktora götüreceğim Leyla da seninle gelsin olur mu oğlum? dedi. Tabiki Aysel Teyze dedim. Leyla ve mahallenin diğer tüm kız ve erkekleri düştük okul yoluna.

Leylanın saçları güneşte yine simsiyah parlıyordu. Leyla'nın da Efrahim'in de hep çok temiz ve düzenliydi üstleri başları. Aysel Teyze çok titiz bir kadındı, çok önem verirdi çocuklarına, eşine. Kendisini ailesine adamıştı (bu ailenin bir arada olacağı çok az günü kaldığını bilse daha neler yapardı acaba)

Bir sohbet başlasın diye, nasılsın Leyla, Efrahim'in nesi var dedim. iyiyim Selçuk, abimin biraz ateşi var midesi bulanıyordu dedi. başka ne diyeceğimi bilmediğim için ve birazda utandığım için sanki sohbet bitti ve yol boyunca sustuk ve sadece yürüdük. Diğer herkes koşuyor hoplayıp zıplıyordu, bağırıp çağırıyordu, ben neden sustuğumu çok sonra daha iyi anladım. Okula gittikten sonra okul çıkışı yine beraber gideriz dedim tamam dedi, sınıflara gittik. O gün ilk ben çıktım sınıftan, kapıda beklemeye başladım. Bir iki dakika sonra Leyla yanında bir kızla geldi, üçümüz beraber yürümeye başladık. kızın adı Emineymiş. Emine bizim sınıfta beraber oturuyoruz dedi Leyla, bu da Selçuk bahsetmiştim ya dedi Emine'ye dönüp. Emine'de bizimle gelecek, hemen ileride onun da evi dedi. Çıktık yola Emine, Leyla'ya ve bana bakıp sessiz sessiz muzur bir şekilde gülüyordu. Sonradan bu gülmelerin bir anlamı olduğunu anladım ama geçmiş ola (erkekler çok mu duygusuz ki?). Efrahim iyi hasta olmuştu herhalde birkaç gün daha gelemedi okula, benimde ne yalan söyleyeyim işime gelmişti, Efrahim hasta olduğu için üzülüyordum ama Leyla ile beraber gittiğim içinde seviniyordum. Zaman geçtikçe bu sevinç iyice arttı, Leylayı gördüğümde içim kıpır kıpır oluyordu, ne olurdu ki Leyla arkadaşımın kardeşi olmasaydı. Bizim mahallede o zamanlar bir çok oyun kızlı erkekli oynanıyordu, ben ve Leyla artık tüm oyunlarda aynı tarafta oluyorduk

Bir gün bir polis arabası Leylaların evinin önünde durdu, içinden kelli felli adamlar indi Leylanın babası Ahmet amca gibi ama bunların omuzları daha kalabalıktı. Birden evden bir çığlık ve ağlama sesleri kopmuştu. Tüm mahalle o yöne doğru koştu acaba ne olmuştu diye. Öğrendik ki Leylanın babası vurulmuştu. Yasadışı bir örgüt elemanlarıyla girdiği çatışmada şehit olmuş, onun haberini vermeye gelmişler, duyduğumuz seste Aysel Teyze'nin ağlayışlarıymış. Tüm mahalleli kadınlar teselli etmeye çalışıyordu Aysel Teyzeyi. Efrahim ve Leyla'da donmuş kalmıştı, boş boş etrafına bakıyordu. Benim de ölümün soğukluğu ile ilk karşılaştığım zamandı. Çok üzüldüğümü hatırlıyorum. Ahmet amca için, Aysel Teyze için, Efrahim için ve tabi ki Leyla için. Daha sonrasında Ahmet amca için devlet töreni dedikleri bir tören yaptılar. Bizde çocuklarda arka taraflarda izliyorduk.

 Efrahim'e polis üniforması giydirmişlerdi, Leyla da babasının şapkasını takmıştı. Aysel teyzeyi oturtmuşlardı bir sandalyeye yanında, kendi akrabaları ve Ahmet Amcanın akrabaları olduğunu tahmin ettiğim kadınlar vardı, hepsi çok üzgün görünüyorlardı. Birkaç beylik konuşmadan sonra, yok Ahmet komiser ölmedi halkın bağrında yaşayacak ona uzanan eller kırılacak, Ahmet komiserin öcü alınacak gibi sözlerden sonra. Ahmet amcanın namazı kılındı, bayrağa sarılı tabutunu askerler taşıdı, cenaze arabasına koydu tören bitti. 2-3 saat geçti, Aysel Teyze, akrabaları ve tüm mahalle geri dönmüştü. Birkaç gün mahalleye sanki atom bombası atılmıştı, dışarda kimse yoktu, çocuklar oyun oynamıyordu, Efrahim'de Leyla'da okula gelmedi günlerce.

 Bir ay oldu olmadı, mahalleye bir eşya kamyonu geldi, Leylaların evinin önünde durdu, kalbim duracak sandım.  Acıdan midem bulandı. Hiç bu kadar korktuğumu hatırlamıyorduöm. Hemen koştum o zamanlar odun kömür alındığında, ev taşınacağı zamanda tüm çocuklar yardım ederdi. Ben yardım etmek için koşmadım ama Leyla'yı görmek için koştum. taşınacaklarmış, Efrahim söyledi oraya vardığımda. Belki neden geldiğimi anlayarak. Manisa'ya dedesinin yanına, Efrahim çok üzgündü, belki babasına bile kızıyordu neden ölmüştü, neden polis olmuştu, herkesin babası gibi işçi esnaf değildi diye neden taşınmak zorunda bırakmıştı. Ben için için kızdığımı hatırlıyorum. leylanın ağlamaktan gözleri şişmişti. Beni görünce durdu sanki ağlaması. Boynuma sarıldı Selçuk gidiyoruz biz dedi, buradan taşınıyoruz Manisa'ya dedemin yanına, sadece biliyorum diyebildim. Ve eşyaların taşınmasına yardım etmeye başladım. Tek damla yaşı elimin tersiyle silerek. bir daha Leyla'yı göremeyeceğimi kamyon hareket ettiğinde anladım, yine geç kalmıştım. Geç kalmasam ne yapabilirdim ki sanki.

Ne zaman şehirler arası otobüslerde yolculuk yapsam ve gece ışıklar içinde kasabalardan, şehirlerden geçsem, ne zaman bir şehit haberi duysam tabutun başında şapkayı takan bir çocuk görsem aklıma gelir Leyla o gün akan tek damla gözyaşıyla beraber, yine elimin tersiyle silerim, devam ederim.

26 Temmuz 2016 Salı

Arka mahalle -2-


kalktık gittik arka sokakta kimse yoktu, sokağın yarısına kadar yürüdük, yavaş yavaş hareketlenme başlamıştı, kovboy filmleri gibi kafalar görünmeye başladı, üç kişi geldi yanımıza, hayırdır ne istiyorsunuz, ne işiniz var burada diye sordular. her zaman olduğu gibi ben atladım hemen, oğlum çocuğu neden dövdünüz lan ipneler, oruç başıma vurmuş zaten, diye atarlandım. Oruçlu olduğumunda üstünü çizdim, havamı da attım yani. O kadar saattir aç bilaç dolanıyordum, birde bunlarla uğraşıyordum.

 onlar altta kalır mı, her horoz kendi çöplüğünde öter misali, ben atar yapınca baktım onlarında sesleri yükseldi, etrafımızı da çevirmeye başladılar, bir itiş kakış başladı ne attım ne yedim bilmiyorum ama bizim çocuklar sokağın başından izliyorlardı, etrafımız sarılıp itiş kakış başlayınca onlarda bize doğru gelmeye başladılar. e ben bizimkilerin geldiğini gördüm ya bende iyice yüreklendim. Hem itişiyor hem de küfür ediyordum artık. bizimkiler de koşmaya başladılar. Valla aynı cennet mahallesi dizisi gibi herkes birbirine girmişti. kim kime dum duma. Çocukların anaları çıkıp bağırmaya başladı ne oluyor ne var diye. bir kaç abi girdi araya hepimizi sağa sola çekip ayırdılar, siktirin gidin sokağınıza diye ensemize iki şaplak şaplatıp gönderdiler de iyi bir dayak yemekten kurtulduk.

Kıçımıza baka baka dönüp bizim sokağımıza geldik, lan bu sıcakta bu kadar aksiyon çok değil miydi? bari biraz su içebilseydim diyerek düşündüm ama ucunda altmışbir gün vardı olmazdı içemezdim, bir gün bu kadar zorlanırken altmışbir gün hiç tutamam herhalde diye düşündüm. Acaba hiç bulaşmasıydım daha iyi miydi? Tam da ramazan başlayacak günü bulmuştu ha , sıcak arka mahalleyle itiş kakış, dokuz çarşamba üst üste gelmişti. iyice su içip orucu bozmak kafamı karıştırmaya başlamıştı, herkeste su içiyordu. Ali ansızın lan kavga ettik o kadar küfür ettin ana bacı senin oruç zaten bozuldu siktir et iç suyu dedi. Olmaz lan dedim, akşam oluyor zaten. Sonra durumun kritiğini yapmaya başlamıştık, nasıl yapıştırdım, nasıl bizden korktular, hiç kendimize toz kondurmuyorduk.

Eve gidip ekmeğin içine peyniri, domatesi dolduran dışarı çıkmaya başlamıştı. Öğlen yemeği hep bu olurdu yaz günü, hele birde domates elde olup ekmeğin içine üzüm koyulmuşsa tadından yenmezdi. Sokakta o suyu aka aka yenen domatesin aceleyle ısırılan ekmeğin tadı hala hiçbir şeyde yoktur.  Herkes hapur hupur yerken, ben su bile içemiyordum bari önümde yiyip içmeseler iyiydi. Siktirin gidin başka yerde yiyip için ipneler dedim, oruç tutuyoruz burda ayıp değil mi? dedim. o gün orucu dayanamayıp su içerek bozdum, hala da altmışbir gün tutacağım, allah affeder dedim geçtim. Affetmiştir de herhalde.

Günler günleri kovaladı arka sokak kavgaları, oyunlar, sıcak derken yaz bitti, okullar açıldı. Her yıl olduğu gibi, okula tüm sokak beraber giderdik. Şimdiki gibi servisti, annelerimiz elimizden tutsun götürsün yoktu. Zaten öyle bir şey olursa süt çocuğu diye dalga geçilir, hiçbir oyuna alınmazdı o çocuk, erkekler tabii ki kızlara da biz sahip çıkardık, sonuçta mahallenin namusu değil mi? sokağın en sonundaki ev bizimdi, sokağın en sonundaki ev olmasından dolayı ilk ben çıkıyordum evden, ilk efrahimi çağırıyordum tabi kardeşi leyla da abisiyle geliyordu.

Efrahim benden 1 yaş büyüktü 5. Sınıftaydı, Efrahim çok sessiz kendi halindeydi, kardeşi leyla da, Efrahim'den iki yaş küçüktü, üçüncü sınıfa gidiyordu leyla. çok güzel bir kızdı, ince uzun bir vücut, düz siyah saçları beline kadar, düğme gibi siyah gözlüydü. okula  her gittiğinde saçları at kuyruğu yapılırdı, önüne düşmesin diye herhalde annesi yapıyordu. leyla da abisi gibiydi sessiz kendi halinde bir kızdı. Arada sokakta rastlar ayak üstü laflardık Leyla'yla. Leyla mahalledeki ve okuldaki tüm kızlardan farklıydı benim için sanki, acaba diye çok düşünüyordum ama arkadaşın kardeşi bize böyle düşünmek yakışır mıydı!

 Efrahimin babası polisti, omzunda da birkaç yıldız vardı, sonradan anladım polis değil baya kallavi emniyet amiriydi adamcağız. mahalleli büyük hürmet gösterir, bakkal manav gibi esnaf sever sayardı. Mahalleye üniforma ile girdimi, sanki tüm gözler ondaydı. Dik mağrur bir yürüyüş, kendinden emin direk karşıya bakan ve insanı delip geçen bakışlar baya havalıydı Ahmet amca. Tüm çocuklar ona çok özenirdik. Zaten plastik silahlarımızla da hep onu taklit ederdik. Efrahim'in annesi Aysel Teyze ise ev hanımıydı, Aysel teyze 35-40 yaşlarında çok güzel bir kadındı,  Leyla'da annesine çekmişti anlaşılan. Aysel teyze diğer kadınlar gibi tüm gün sokakta kapı önünde boş boş oturmazdı...
 
devam edecek...

23 Temmuz 2016 Cumartesi

Arka mahalle -1-

çok sıcaktı cehennem gibi, cehennemi çok bilirmişim gibi düşündüm. ağustos ayının ortasıydı, ramazandı öğlen sıcağı güneş tam tepede, lk defa oruç tutuyordum. saat 11'e kadar yatmıştım keşke dahada yatabilseydim, Ali'nin sesi duyuluyordu kapının önünde bağırıyordu Selçuk Selçuk diye annem çıktı cama Selçuk oruçlu bugün çıkamaz dedi. Nasıl kızdım sanki oruçlu değilim kör topalım neden çıkamayacakmışım diye düşündüm attım kendimi dışarı (sonra çok pişman oldum ama artık yapacak bişey yoktu),

Aliye oruçluyum bugün, bu sene tutucam artık dedim. ben tutmuyorum bizde kimse tutmuyor ki dedi. neden olum herkes tutuyor dedim siz neden tutmuyorsunuz, biz Aleviyiz oğlum dedi bizde oruç ramazan'da tutulmaz başka zaman tutulur ama onuda ben bilmiyorum, bu sıcaktada Nasıl tutucaksın oğlum dayanamazsın zaten dedi. ilk defa duydum Alevi, neydi ki acaba oruç tutulmadığını göre çok kötü birşey de olamazdı herhalde, akşam teravihede gelmemişti. babasını da hiç cumada görmemiştim.

siktir et ne olacak ki, zaten akşama kadar dışarda değil miyiz? öyle lan tabi dedi. biliyor musun? neyi lan dedim? arka mahalleliler Ali Rıza'yı  dövmüş amk. neden dövmüşler ki acaba? Ali Rıza Ali'nin amcasının oğluydu ama ben daha yakındım sanki Ali'yle kardeş gibiydik. vay orospu çocukları dedim. oruçlu olduğumu unutarak. bozulmuş muydu acaba orucum? yok ya geçen yıl babamda Ramazan'da hep küfür etmişti ama akşam bismillah diyerek iftarı yapmıştı. bir küfüre bozulur muydu ki hemen, emanet durmuyor ya bu, zaten Allah affederdi dün akşam teravihde de hoca öyle söylememiş miydi?

arka mahalleydi ama aslında hemen arka sokağımızdı, iki sokağın  binaları sırt sırtaydı tam bitişik değildi, binaların aralarında eni 1 metre kadar olan dar bir koridor vardı. saklambaç oynarken hep bu koridordan geçerdik. koridorun sahibi bizdik bizim sokaktı. arka mahalleden koridordan geçen olursa, yakalarsak güzel bir döverdik.

Ali Rıza'yı neden dövmüşlerki diye sordum tekrar. ya olum arka sokaktan 2-3 kişiyle başaltı (misketlerin yan yana dizildiği ve uzaktan kafliklerle atış yapılan bir oyun) oynuyormuş  hepsini kökmüş onlarda hem misketleri almışlar hemde dövmüşler çocuğu.

e ne olacaktı şimdi, ne yapacağız dedim. zaten gergindi iki sokağın ilişkileri yine her gün kavgalar çıkacak tutan tuttuğunu dövecekti. gidip konuşmaya karar verdik diğer sokağın ele başlarıyla konuşup işin içi öğrenilecekti. seçildi hemen üç kişi ve biri bendim biri osman diğeri efrahim di. efrahim sakin bir çocuktu, bir kez bile yüksek sesle konuştuğunu, küfür ettiğini duymamıştım, tüm gün telli arabasını sürer dururdu sokakta, o arabaya renkli raptiyelerden süs bile yapmıştı, kara şimşek gibi olmuştu. efrahim arabuluculuk için en iyi seçimdi iki taraf içinde.
ama bende bir o kadar yanlış seçimdim sanki çabuk parlardım anlamadan dinlemeden. osman ise bir deli oğlan, tam serseri adayıydı. böyle tipler daha sonrasında kendini ya bir tamirci atölyesinde ya da konfeksiyonda bulurdu. Osman'ın bu hikayede rolü sadece burda geçecek. hayatta sonrasında da çok rolü olmadı, daha sonra bir gün bir kavgada bıçaklandığını ve öldüğünü duydum...

devam edecek...

22 Temmuz 2016 Cuma

babaannemden

babaannem 
biri sebepsiz kendi derdini unutup,
başka birine üzülürse hep bunu anlatırdı rahmetli.

sertleşmiş uzun süre yağmur görmemiş sert toprak parçaları vardır, 

çok serttir bunlar taş gibi,
yağmur görünce erir biter yok olur

"kesek" derler bu toprak parçasına.

hikayeye gelinçe,

bir tarlada bir kesekle beraber birde kaya varmış
bir gün çok yağmu
r yağıyormuş
bardaktan boşanırcasına
çisil çisil yağıyormuş nasıl yağmaksa artık (coşkun sabah söylerdi, yağ yapmur yağ çisil çisil yağ diye, çocuk yaşımda o adama bu şarkıyı yakıştıramazdım, nedenini halen bilmiyorum, yağmur yağması belki romantik geliyor da bu adam gelmiyordu)

kesek üzülüp ağlıyormuş
şimdi bu kaya ne olacak bu yağmurda
yazık diye dert edinmiş, kahrolmuş
yağmur yağdıkça kesek erimiş gitmiş

yağmur bitmiş kesek toprak olmuş,
kaya ise ilk hali gibi yerinde duruyormuş.



ilk aşk

Çiğdem diye bir kız vardı ilkokul 4'te başka sınıftaydı Çiğdem Çiçek. Çok güzeldi, soyadı da güzel çiçek. hala yüzü gözümün önünde, sarı saçlar beyaz ten yüzde belli belirsiz çiller.
kaç gece evlerinin önünde bekledim çıkarsa konuşurum diye, o Zaman'dan belli nasıl mal olacağım gece yarısı kız ne çıkacak ne konuşacaksın.
 

birkaç tanede kendim gibi arkadaşım vardı, sanki öl desem ölecekler, öl deseler ölüceğim. o zaman ölmek daha basit geliyordu. ölüme yaklaştıkça daha zor sanki. nazımın dediği gibi ölmektn korktuğun halde ölüme inanmadığın için mi ki?

hiç bitmeyecek arkadaşlıklar gibi ordan taşındık arkadaşlık bitti. 3-5 kere kaçıp kaçıp gittim , dönüşte babam verdi sopayı sonra gitmeler azaldı ve bitti. sonra unuttum. unuttum sandım aslında üstlerini örtmüşüm
 
bir gün okul çıkışı karar verdim çiğdeme söylemeye, öyle sanıyorum ki o da benim için ölüp ölüp diriliyor. ne ölecekse artık, ne öldüysem. çiğdem dedim gözlerinde tanımadığın bir insan ismini söylediğinde oluşan aptal ifadeyle,efendim dedi, hiç dedim...

akıl mı kalp mi?

festival filmleri,  uzun ve bitmeyen, sonsuza kadar sürecek bir hayatın içine girmiş, beraber yaşıyor gibi, her şey hep devam mı etmeli? her şey bitmiyor mu aslında, aşk gibi hayat gibi değil mi?

aslında her bitiş bir başlangıç değil miydi? bir aşktan diğerine koşmuyor muyduk? vahşice dört nala biran önce tüketmek için. 

neden hep ilk aşık olduğumuzu hatırlıyoruz? birde sonuncuyu? hiç hadi bana ikinci aşkını anlat diyen birini gördün mü? ya da sana üçüncü aşkımı anlatayım diyen birini? birinci ile sonuncu arasındakiler her zaman önemsizdir, ilk ve son peygamber, ilk ve son aşk. 

ilk aşk en çok saçmaladığımız mıdır? saçmalamayı tekrarladıkça daha az mı saçmalıyoruz? eğer öyleyse neden son olan hep insanın ağzına sıçar yerle bir eder, hiçbirinden ders almıyor muyuz acaba? aslında ilkinden farklı değil midir diğerleri de. ama ilkinin unutulmazlığı ve sonuncunun acısı vardır hep akılda, kalpte. her zaman ilkinin ve sonuncunun kabuğu kaldırılır, yarası açılır, sonuncu gün yüzündedir zaten, iki kaşısan çıkar ortaya.


aklıyla mı sever insan yüreğiyle mi? 

hayatta kazananlar var kaybedenlere karşı kazananlar. aklıyla mı yüreğiyle mi sever dedik ya, belki de aklıyla sevenler hep kazananlar yüreğiyle sevenlere karşı. çünkü akıl ağrımıyor, kalp ağrıyor kalp acıyor, acıtıyor. deli divane ediyor yollara düşüyor. aklıyla seven hep bir çıkar yol buluyor işi kalbine düşürmüyor kazanıyor mu?

kazanmak mı yoksa kaybetmek mi? ne kazanıyoruz ne kaybediyoruz?