8 Ağustos 2016 Pazartesi

Amcam

Geçenlerde sosyal medyada bir şey okuyup şok olmuştum. Adamın bir tanesi başka birinin fotoğrafını beğenmemiş, fotoğrafı beğenilmeyen, beğenmeyene yazmış, geçen oğlunu kaybettiğinde ilk başın sağ olsun diyen bendim sen neden beğenmedin diye. İnsanlar hep böyle acımasız mıydı? Yoksa yüzünü görmediği sosyal medya arkadaşlarına karşı daha mı acımasızdı. Onların canlı kanlı biri olduğuna inanmıyor muydu?

İnsanların acımasız olmadığı, hayatın şimdiki gibi çok hızlı akmadığı, insanlara yirmidört saatin yettiği hatta fazla geldiği, öyle herkesin çok yoğun olmadığı, birbirlerine vakit ayırdığı, arkadaşlıkların sosyal medyadan yapılmadığı, bir araya gelindiğinde sadece cep telefonuna bakılmadığı zamanlardı, Çok uzak geçmiş de değildi hani, hala hatırlanıyor ve insanlar arasında mevzusu oluyordu.

İnsanların iyi eğitim alamadığı, okulların köylere uzak olduğu zamanlar. Kışın kızaklar üzerinde okula gidilmeye çalışıldığı, ilköğretimin beş yıl olduğu zamanlardı. Ha eğitimde öyle zorunlu falan değildi hani. İlkokul beşinci sınıfı bitirmenin başarı sayıldığı, ilkokul üçe kadar okuduğunda, gururlu gururlu söylenen zamanlardı. Okuma yazma bilir, basit matematik işlemlerini yapabilirlerdi çünkü. Çünkü gurbete gittiklerinde işlerine yarayacaktı bunlar.

Anam babam ilkokul mezunuydu, sokakta tüm arkadaşlarımın ana babası en iyi ya ilkokul mezunu yada okuryazar olduğu için bu benim için uzun süre çok bir şey ifade etmedi. Ne zaman okula başladım herkes kalkıp adını söyleyip babası ne iş yaptığını söylediğinde, o ne öyle öğretmen çocukları, mühendis çocukları sanki başka dünyadanlar. Benim kendimi tanıtmam çok kısa sürdü . Ayağa kalktım siyah önlüğün altıyla oynayarak, adımı, babam ilkokul mezunu ve işçi olduğunu, anamın ev hanımı olduğunu, anamın mezuniyetine gerek bile yoktu. Yanlış anlaşılmasın bunları söylerken utanmamıştım, çünkü bununla her zaman övünürdü babam, çalışmak ayıp mıydı? helalinden kazanıyordu çocuklarının rızkını, ele güne muhtaç etmiyordu, bizde övünmeyi öğrenmiştik..

Babam ilkokul biter bitmez gurbete gelmiş, üç-beş işte çalışmış dönmüş köye, sonra yine gelmiş yerleşmiş artık. Evimiz hep bildim bileli kalabalıktı, amcalar, kuzenler, hep evdeydi. Yolu gurbete düşen ilk bizim eve gelirdi. Bazı sabahlar kalkardım sigara dumanından boğazım ağrırdı. Ne kadar çok sigara içerlerdi o zamanlar insanlar, şimdi ne güzel evde bir sigara iç bakalım, anne hemen panter kesilir. Kim olursa olsun içirmez o sigarayı. Annem hala babama söylenir senin kardeşlerine, yeğenlerine baktım, yedirdim, yıkadım şimdi dönüp yüzümüze bakmıyorlar, bir bayramda seyranda aramıyorlar, bir selamı bile çok görüyorlar diye. Babamda yine başlama deyip kestirip atıyor. Babam da son mohikandı hani, ama yaşlandıkça o da artık yumuşadı, Önceden babam ev işlerine yardım edecek bu direk kıyamet alametiydi, şimdi yemek yapıyor, evi bile süpürüyor. Çocukluğumdan tek hatırladığım annem bir keresinde hasta olmuş babam da çorba yapmıştı, yememiştim bile artık nasıl kötü görünüyorsa.

Babamlar yedi kardeş yada ben öyle biliyordum diyelim, aslında yedi değil onbir kardeş olduklarını öğrendiğimde çok şaşırmıştım. Dört tane de halam varmış, ama tanımıyorum bile o zamana kadar. Yaşım 10-11 anca var, bir amcamın lise mezunu olduğunu öğrendiğimde ilkokul 4’deydim, o kadar sevinmiştim ki, tarifi imkansız bir duyguydu bu, herkesle bütün arkadaşlarımla paylaştım özellikle o Bilal denen kendini beğenmişle, kendini beğenmişti ama en yakın arkadaşımdı okulda. Babası lise mezunu diye çok hava atardı. Babası da çok efendi bir adamcağızdı, karate hocasıydı aynı zamanda. Bilal’e de ders verirdi ama Bilal çok kabiliyetli değildi, babasından ilk aldığı derslerde bana atar yapmıştı, ağzının payını vermiştim, elime sağlık.

Beş yılım geçti Bilal'le beraber, hep aynı sırada oturduk, haftasonu kurslar olur ona da beraber giderdik.  Aramızda bir yarış vardı sınıf birincisi olacağız diye. Söylemesi ayıp hep ben olurdum. Sınıfta sebepli sebepsiz çok gülerdik, artık öğretmen sinirden delirir bizi dersten çıkarırdı. Başlarda bir şey demezdi ama dersin sonuna doğru dayanamazdı kadın kovardı.

 Öğretmenin hikayesi de daha başka, bekar, 30 yaşlarında, Selanik göçmeni kocaman kadın (o zamanlar birisi için otuz yaşında deseler, vay be adama, kadına bak otuz yaşında diye ne kadar yaşlı diye şaşırırdık). Bekâr, çok güzel olmasa da alımlı sayılırdı. En azından eline yüzüne bakılır bir kadındı, çok severdim öğretmenimi. Benim lise mezunu amca da bekar ya, ilk önce annemin aklına geldi, bizden iyisini mi bulacaklardı. Öyle değil miydi? Lise mezunu çocuk, eli yüzü düzgün, iyi kötü iş var hem de kendi işi.

 Annem bir şekilde çıtlattı öğretmene vay anasını, bir öğretmen yengem olacaktı. Hem de benim öğretmenim, sınıftaki hava mı düşünün artık. Nasıl güzel bir duygu anlatamam. Belki bu kadar ders çalışmama da gerek kalmayacaktı, e yengem eşek değil ya sınıfta bırakmazdı herhalde. Çok sürmedi bu güzel duygu hevesim kursağımda kalmıştı, öğretmen nazikçe olmaz dedi. Eşekten düşmüş karpuza döndü bizimkiler, bizimkilerdeki nasıl bir özgüvense artık, nasıl bir kafaysa o kadar kendilerini hazırlamışlardı ki, düğün zamanı bile belliydi, okullar kapandıktan sonra hemen yapılacaktı. Gerçi amcamın laneti öğretmenin peşini bırakmamıştı, öyle bekar kalmıştı öğretmen, bende lise mezunu amcamı kaybetmiştim. En büyük yaşadığım ölüm acısı olmuştu.
 
Ama Nazımın da dediği gibi, en fazla bir yıl sürüyor, yirminci asırlarda, ölüm acısı…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder